Farklı giyim tarzıyla, kalabalıklar içinde kendini hemen belli eden duruşuyla, hayata bakış açısı ve yaratcılığıyla oldukça özgün ve İzmir’de çok sevilen isim Gülperin Sertdemir’in yaşamını sanata adadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Çalışmalarını uzun yıllardır atölyesinde sürdüren Gülperin Hanım şimdilerde en az kendisi kadar yetenekli ve sanatsever dünyalar tatlısı kızı Nesligül Sertdemir ile bir yepyeni bir projeye hayat veriyor. İkili, Gülperin Sertdemir’in resim ve tasarımlarını gündelik ürünlere dönüştürerek yaşantımıza dahil edecek. Bu çok özel anne-kız ile Swissôtel Büyük Efes’te buluştum, çalışmalarını ve hikayelerini dinledim. Ortaya okumaktan keyif alacağınız bir röportaj çıktı…
Sizi herkes tanıyor ama bilmeyenler için anlatalım, Gülperin Sertdemir kimdir?
izmir’de doğdum. İlk, orta, lise eğitimimi İzmir’de tamamladım. 1975–1977 yıllarında İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi’nde iki yıl desen eğitiminin ardından 1980’de Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü Grafik Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından lisansımı tamamladım. İki yıl resim öğretmenliği yaptım.Kendime ait ve çalışmalarımı yürüteceğim bir atölyem olması çok genç yaşlardan beri hayalimdi. Öğrenciliğimden itibaren farklı çalışmaların içinde yer aldım. Öğrenciyken resmin yanı sıra proje üretmeye de çok meraklı olduğum için bir hocamızın ‘Eğitim Sosyolojisi’ isimli kitabının kapağını tasarladım. Farklı afiş ve kitap kapakları projelerinde de yer aldım. Tabii o dönemde bilgisayarlar yoktu, her şeyi elle çizerdik. O yüzden sanırım, şu yaşıma geldim, bilgisayarda tek bir çalışma yapmadım, hiç bir şey çizmedim.
Tüm tasarımlarımı ve çalışmalarımı ince eleyip sık dokuyarak hala elimde çiziyorum.Çalışmalarımı İzmir’de kendi atölyemde serbest olarak sürdürüyorum. Yetişkinlere sanat eğitimi, dünya sanat akımları gibi konularda okutmalı ve uygulamalı olarak eğitim veriyorum.Bugüne kadar 21 kişisel sergi, 51 karma sergiye katıldım, ödül almış halen kullanılmakta olan 30’u aşkın grafik tasarımım var. (Kitap kapağı, afiş, eşarp tasarımı, kravat tasarımı vs.).
Ayrıca özel koleksiyonlarda ve devlet koleksiyonlarında eserlerim yer alıyor. 1983 yılında ilk sergimi açtım. O dönemde İzmir’de sanat galerisi yoktu, şartlar şimdikinden çok daha farklıydı. Bir tanıdığımız vasıtasıyla Alsancak’ta yer alan Çanakkale Seramik’in boş bir alanı ellerdeki şartlar doğrultusunda galeriye çevrildi. İlk sergi heyecanı benim için hala unutulmaz bir deneyimdir.
Sanat görüşünüzü nasıl tanımlarsınız? Resimlerinizde kadın ve turna kuşu figürlerine sıklıkla yer verdiğinizi biliyoruz. Çalışmalarınızda genellikle hangi öğelere yer veriyorsunuz?
Amacım, var olan Anadolu kültürümüze yeni bir üslup, yeni bir anlam kazandırmak. Ben; Smyrna, Hitit, Hatti, Hurri, Troya, Asur, Urartu, Frygia, Lydia, Karia, Lykia, Fenike, Helen, Assos’a kadar uzanan Anadolu insanının kendi başlangıcı, potansiyeli, dönemlerin kültürel göstergeleri olan, örf, adet, sosyal yaşantı, gelenek ve alışkanlıkları, içinde bulundukları koşulları belleğimde kodladım.Dediğiniz gibi Anadolu kültüründeki ögelere tasarımlarımda sıkça yer veriyorum. Antik Çağ’da kadın hayli önemli. O dönemde her şeyin kadınla varolduğuna dair bir anlayış var. Aynı şekilde turna kuşu da son derece önemli o dönemde. Antik çağdan itibaren ülkeler kendilerini bir hayvanla simgeleştirmiş, bu toprakların simgesi de turnaymış. Hatta zenginler ve asiller turna beslermiş…
Konsept bir mağazada tasarımlarınızı sergileme ve satışa sunma gibi bir fikir üzerine hiç yoğunlaştınız mı? Böyle bir projeyi yakın zamanda hayata geçirmek söz konusu olabilir mi?
Her zaman sanatı üç boyutlu görme gibi bir takıntım oldu. Bu yüzden tasarımlarımı zaman zaman mobilya ve takı gibi yaşamımızdaki objeler üzerinde hayata geçirdim. Ancak bunların bir mağazada satışa sunulması söz konusu olmadı. Yine Anadolu’da çok önemli bir figür olan aslan ve atlarla ilgili ta-sarım mobilyalar yaptım. Ancak bunlar da evimde duruyor… Her zaman, bir markayla, her yıl olmak üzere proje bazlı bir sergi yapmayı hayal ettim, ancak henüz gerçekleşmedi. Şimdi kızım Nesligül böyle bir çalışma içinde… Takıdan mobilyaya, hatta eşarba kadar bazı objelerin üzerinde bugüne kadar yaptığım tasarımları, yaşam içinde kullanılabilir sanat eserleri olması için keyifli bir çalışma yapıyoruz.
Sizi yakından tanımanıza rağmen, eşiniz Ali Bey ile nasıl tanıştığınızı bilmiyoruz. Birbirlerine hala aşkla bakan bu çiftin hikayesini sizden dinleyelim.
Tanışmamız iki aşamalı oldu. Bir kez Karşıyaka’da yolda trafik polisinden ceza yedim. Ali de önümdeki ara-badaymış. Görünce geri geldi, gidip polisle konuştu ve işi çözdü. Kendisine teşekkür edip, “Size bir tablomu hediye etmek isterim” dedim.
Bir keresinde de henüz öğrenciyken okul boykot dolayısıyla süresiz kapatılmıştı. “Sanatla ilgili bir iş bulabilir miyim?” diye araştırırken sanat danışmanı arayan Vakko’ya başvurdum, kabul edildim. Bay Vitali Hakko benimle bizzat görüştü. İş çıkışı arabayla eve dönerken yine Karşıyaka yolunda trafik sıkıştı. Ali beni görmüş ve takip edip hangi apartmana girdiğimi öğrenmiş. Gidip annesine anlatmış. Kayın-validem de bizim apartmanı öğrenince, “Benim orada eski bir komşum var, ona bir soralım” demiş. O komşu da geliyor anneme söylüyor ve olaylar devam ediyor işte… O vesileyle tanıştık. 1,5 yıl nişanlı kaldık. Ali bir sanayici olmasına rağmen beni ve sanatımı her zaman destekledi. Hatta o zaman yeni kurduğu şirketin logosunu ben tasarladım. Onun da gözü çok iyidir, sanata yakın durur.
Nesligül, biraz da sizi tanıyalım. Bize kendinizi anlatır mısınız?
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü ve Ege Üniversitesi İİBF İnsan Kaynakları ve İşletme Yüksek lisansı mezunuyum. Ardından birçok kurum ve kuruluşta eğitimler verdim, çalışmalar yürüttüm.Şimdilerde sanatın mesafeli duruşunun değiştiği ve yeni çağ ile beraber ‘ulaşılabilir sanatın gündeme geldiği görüşüne katılarak, annemin eserlerinin giyilebilir, kullanılabilir sanat eserlerine dönüştürülmesi ile ilgili çalışmalar yürütüyorum. Tabii annemle birlikte… Eserler eşarp, takı ve ev tekstili gibi ulaşılabilir ve kullanılabilir gündelik ürünlere dönüşerek salt duvarımızda sergilenmekten öte, hızla günlük yaşantımıza katılıyor. Çok keyifli ve heyecanlı bir proje bizim için.
Gülperin Hanım, hem sanatçı hem anne olmak zor mu? Yetiştirdiğiniz çocuğa bir sanat eseri gibi baktığınız oldu mu hiç?
Siz de biliyorsunuz; her anne çocuk büyütürken evladına dair her şeyin kusursuz olmasını ister. Ben de kızımı büyütürken tüm bunların yanı sıra vizyoner ve sanata yakın olmasını istedim. Nesli de çok yeteneklidir. Resim ve karikatür alanında ödülleri var.Nesli doğduğunda eşimle çocuğumuzu her yere götüreceğimize söz verdik. Nereye gidersek gidelim üçümüzdük. Vizyonu açık olsun, gelişsin istedik. Her şeyi üç kişi düşündük, hayat boyu alınan kararlar her zaman üç kişilikti. Ailemizde de ön planda kızımız vardı. Çok iyi yetişsin istedik. Belki de o yüzden kardeşi olmadı bilemiyorum.
Nesligül, size de sormak istiyorum; sanatçı bir anneyle büyümek nasıl?
Tek çocuk olmak enterasan bir şey yükledi bana herhalde. Emsal oluşturdu annem. Ben balkonda büyüdüm.
Sıkı büyütülünce ve evde annemden başka kimse olmayınca davranışlarımda onları tekrar ettim. Başkasına benzemek gibi bir alternatifim yoktu. Evde fikirler havada uçardı. Dergilerden duvar kağıdı, perdeden etek yapardık. Hiçbir şey satın alındığı gibi giyilmez-di. Siz de görüyorsunuz zaten; annem farklı bir kadın. Asla tarzından ödün vermez. Onun kulvarı çok farklı. Benim için de bu farkı kabul edince onun kızı olmak gayet kolay oluyor. Onu daha iyi tanıdıkça yaptığı yemekten, giydiği kıyafete kadar bambaşka olduğunu anlıyorsunuz.
Bugün istediğiniz davete istediğiniz şekilde giyinip gitseniz kimse sizi yargılamaz. Bunu nasıl başardınız?
Herhalde ruhumu ve yapımı içselleştirdiğimi anladılar ve beni böyle kabul ettiler. Ben kimseye karışmam, kimseyi yargılamam. Kendimle meşgul biriyim kısacası… İnsanlar da alıştı herhalde. Her zaman faydalı bir şeyler yapmaktı amacım. Bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. Benim hayatım boşa geçmez. Çünkü, el işlerine yatkınım. Resim yapmasaydım da moda, terzilik gibi güzel sanatların bir dalıyla mutlaka ilgilenirdim sanırım
İkinize de sormak istiyorum; renkleri duygularla sembolleseydiniz hangi renk hangi duyguyu anlatırdı size göre?
Gülperin Sertdemir:
Üzüntü: Gri
Korku: Siyah
Umut: Mavi
İnanç: Yeşil
Yenilik: Beyaz
Nesligül Sertdemir:
Huzur: Mavi
Korku: Parlaklık, baskın renkler
Umut: BeyazÜzüntü: Siyah
Heyecan: Turuncu“