Damla Varol Baysal edebiyata tutkun bir Türkçe öğretmeni… Her okuyana farklı duygular yaşatan, kendini sorgulatan, pek çok anlamı içinde barındıran ilk kitabı Yakaza ise yakın zaman önce raflarda yerini aldı. Yazma sevdasını hayatının merkezine yerleştiren, duygulu ve çok özel anlatımıyla kısa sürede yazın dünyasında dikkat çekmeyi başaran Damla Varol Baysal ile Diva dergisine özel çok keyifli bir röportaj yaptık… Sorduğumuz soruları içtenlikle yanıtlayan Baysal edebiyatın büyülü dünyasında çıktığı serüvenini bizlerle paylaştı…
Damla Varol kimdir yakından tanıyabilir miyiz?
1984 doğumluyum. Evli ve iki güzel kızımın annesiyim.
İlk kitabınız Yakaza raflarda yerini aldı, kitabın yolculuğunu bizlerle paylaşır mısınız?
Açıkçası, Yakaza benim üçüncü çocuğum gibi. Çünkü bir eserin yaratım sürecinde o eser sizin içinizde büyüyüp vakti geldiğinde dünyaya geliyor. Elbette normal bir hamilelik süreci gibi kendiliğinden olup bitmiyor her şey. Burada yazarın bebeği kendi elleriyle büyütme çabası var. O da oldukça sancılı bir süreç. Kitap baskıdan çıkıp elime ulaştığında yaşadığım heyecanı tarif etmem ise imkansız…
Daha önce neler yapıyordunuz, bugüne kadar ne gibi çalışmalar gerçekleştirdiniz?
Ben on üç yıl önce Türkçe öğretmeni olarak üniversiteden mezun oldum. Her türlü eğitim kademesinde de öğretmenlik yaptım. Bu işi çok seviyorum ancak gönlümü tiyatroya kaptırdığımdan beri işler değişti. Tiyatro oyunculuğu, yönetmen yardımcılığı, drama eğitmenliği, yazarlık ve son zamanlarda çok severek kendime kattığım bir değer olan reformer pilates eğitmenliği gibi işlerin hepsini bir arada yapıyorum. Tabii ki bir anne olduğumdan hayatımı buna göre planlamam gerekiyor. Biraz vakit sıkıntısı yaşayabiliyorum tüm bunları birlikte yürütmeye çalışırken.
Yakaza ne demek, kitabın ismi nereden aklınıza geldi?
”Yakaza”nın kelime anlamı ‘uyanıklık’tır. Ancak genel kullanımı aslında hepimizin yaşadığı fakat adını koyamadığı “uykuda mıydım, uyanık mıydım, gördüklerim rüya mıydı yoksa gerçek miydi?” sorularını bize sordurtan durumun adıdır. Başka bir deyişle uyanıkken rüya görmek ya da bu dünyanın bir rüya olduğunu fark edecek kadar uyanık olmak da diyebiliriz yakaza durumu için. Tüm bu anlamları bünyesinde barındırıyor benim kitabım da…
Bir yazar olarak karakterler ile buluştuğunuz ortak noktalar var mı?
Yakaza’nın karakteriyle buluştuğum ortak noktalar var elbette. Çünkü bu bir yatılı okul romanı ve ben altı yıl boyunca yatılı okudum. Çok şey yaşadım, çok insan gözlemledim. Dolayısıyla hepimizin hayatından parçalar bulmak mümkün. Ancak buna bir yaşam öyküsü gözüyle bakmak da doğru değil.
Yayınlandığı günden itibaren kitabınız ile ilgili geri dönüşler nasıl oldu?
Kitabım yazdıktan bir yıl sonra yayımlandı. Bu süreç içinde beni tanıyan, üslubumu az çok bilen insanlar heyecanla kitabın çıkmasını beklediler. Çoğu zaman benden çok istediklerini gördüm insanların kitabımın yayımlanmasını. Bu beni motive etti. Şimdi çok güzel yorumlar alıyorum. Doğru bir iş yapmışım diyorum. Okuyanlar bana ulaşıp uzun uzun konuşmak istiyorlar kitap hakkında. Kalpten kalbe bir köprü gibi oldu insanlarla aramda. Herkese farklı duygular yaşatsa da tüm okuyuculardan kitabın çok akıcı ve sürükleyici olduğu yorumunu alıyorum. Bir de herkes devamı gelmeli mutlaka, diyor. Bakacağız artık…
Geleceğe ilişkin planlarınız neler?
Yeni oyunlar, yeni yazılar, yeni kitaplar… İnsanlara insanca dokunmak istiyorum.
Kitabın devamı gelecek mi? Ya da hikayeyi beyazperdede izleyebilecek miyiz?
Kitabın devamının gelmesi isteğini öyle çok alıyorum ki karşı koyamayabilirim. Tiyatro oyunu ya da sinema filmi elbette olabilir. Tüm bu işlerle iç içeyiz zaten. Güzel bir proje karşımıza çıkarsa değerlendirebiliriz.
Bir yazar olarak etkilendiğiniz kişiler var mı?
Tabii ki, Türk ve dünya edebiyatından etkilendiğim, takip ettiğim yazarlar var. Sabahattin Ali, Zülfü Livaneli gibi yazarların kitaplarını yudum yudum içtim. Ancak son yıllarda beni Stephen Zwieg çok etkiledi. Her cümlesini her tasvirini dahice buluyorum. “Bir kez kendi içindeki insanı anlayan, tüm insanları anlar.” diyor. Hakikaten onu nasıl öveceğini bilemiyor insan.
Edebiyat hayatınızda büyük bir yer tutuyor mu?
“Sanatın içindeki kendinizi değil, kendi içinizdeki sanatı sevin” diyor Stanislavski. Ben edebiyatı seviyor, tüm dünya edebiyatından okumaya çalışıyorum. Aynı zamanda da yazmaktan çok büyük haz duyuyorum. Zaten günümüz koşullarında ancak edebiyata, sanata ve birbirimize tutunarak aklımızı koruyabileceğimizi düşünüyorum.
Röportaj: A. Evren Babayiğit