Berna Kumaş Sipahi ’Gökten Üç Elma Düşmüyor’ ile edebiyat dünyasına adım attı

En yakın dostlarımdan biri Berna. Onunla bugüne kadar o kadar çok şey paylaştık ki… Şimdi de Berna’yla röportaj yapmak ve onun ilk kitap coşkusuna ortak olmak beni de inanılmaz heyecanlandırdı. Bu keyifli söyleşide Berna Kumaş Sipahi’den yazma serüvenini dinledim. ‘Kitabın hayırlı uğurlu olsun, yolun açık olsun’ sevgili dostum…

Öncelikle yeni kitabın hayırlı uğurlu olsun Berna’cığım… Ben seni yakından tanıyorum ama bu güzel ve başarılı kadını herkes yakından tanısın istiyorum. Seni bir de kendi ağzından dinleyelim…
Teşekkür ederim. Trabzon doğumluyum, ancak İzmir’de büyüdüm. Doğduğum ya da yaşadığım yer çok önemli değil; ruhum İzmirli… Evliyim, Atlas adında bir oğlum var. Arkas Holding’in Kurumsal İletişim Direktörlüğü’nü yürütüyorum.

Yazma maceran nasıl başladı?
Çok hayal kuran bir çocuktum. Bazen o kadar güzel hayaller kuruyordum ki unutmak istemiyordum. Bu nedenle kahramanı olduğum bu hayallerimi kısa kısa hikayeler şeklinde yazdım ve çok uzun yıllar günlük tuttum. Şimdi günlerce, sayfalarca yazmak geliyor içimden… Kısacası kendimi tutamıyorum. Bir tutku diyelim. Kimi resim yapmak ister, kimi şarkı söylemek, ben de yazmak istiyorum.
Bu kitabı niye yazdın?
Yazmak bir tutku olunca kendime bir hedef koymam gerekiyordu. Kitap yazmak en büyük hayalimdi. “Bugüne kadar hep biriktirdim, şimdi bunları yazmanın zamanı geldi” dedim. Bugün bu hayalimi gerçekleştirmiş olmanın ve kitabımı elime almanın mutluluğunu yaşıyorum. İkinci doğum gibi… Şimdi başka doğumlar hayal ediyorum. Hatta ikiz bir doğum… Aynı zamanda iki kitabı yazmak gibi bir fikrim var. Bir de çocuğu olunca, insan hayata başka türlü bakıyor. Ben de oğlum Atlas’a sevgim, hayat değerlerimiz dışında bir hediye ya da hediyeler bırakmak istedim. Belki de her anne gibi içten içe benimle övünsün istedim.
Kırklı yaşların kadınların en güzel yılları olduğuna mı inanıyorsun?
Kesinlikle, Ertuğrul Özkök ‘Kırk7’ isimli bir kitap yazdı. Kırk yaş kadınını o kadar güzel analiz etmiş ki… Ben de kırklı yaşları yaşadım. Gerçekten de hem ruhsal, hem ekonomik, hem fiziksel gücünün zirvesinde oluyorsun. Karakterin, yüzün, kariyerin her şey yerli yerine oturuyor. Sana da keyfini sürmek düşüyor.
Aynı zamanda mahalle baskısıyla, özgüvenin yerini endişeye bıraktığı yaşlar mı?
Keyfini sürmek gereken yaşlar ama bırakmıyorlar. Evliysen çocuğu, bekarsan kocayı, hepsi varsa kilonu ya da yüzündeki çizgileri konuşur oluyorlar. Güçlü karakterlere, iyi eğitimlere de sahip olsak kafada oluşan soru ince ince beynimizi kemirmeye başlıyor, deyim yerindeyse endişe üretmeye başlıyoruz. Ve hepimiz aynı olmak için yarışır hale geliyoruz.
Kırkına gelmiş ama hala evlenmemiş bir kadın sürekli yakın çevresine bir şeyler anlatmak zorundadır. Hele her gittiğin nikahta; ‘darısı başına dilekleri’ çekilir gibi değil. Yaşadım biliyorum. Anne, teyze hatta patronunuz bile hayatın yalnız geçmeyeceğini anlatır. Böylece olmayan oldurulur ve yalnız kalmak korkusu bünyeye enjekte edilir. Bu korkuyla yanlış ilişkiler ve hatalar silsilesi başlar. Romanımda da bir parça bunu anlatmaya çalışıyorum. Kitabımın kahramanı Arya da böyle… Her şeyi var; olmayan tek şey saygılı ve sevgili bir ilişki… Endişe içine yerleşmiş. Bu endişeyle yaşadıklarının yanlış olduğunu görse de, görüneni görünmez kılarak devam ediyor ve yanlış büyüyerek daha büyük hasarlar açıyor ruhunda.
Kitapta cinsellik de öne çıkan temalardan biri… Kadın şehirli de, modern de olsa sizce cinselliği konuşmak hala bir sorun mu?
Eskiye oranla daha rahat konuşmaya başlasak da hala büyük tabularımız var. Toplumumuzda yerleşik değer yargıları var. Ben birçok kariyer sahibi kadın biliyorum, ilişkilerini ailelerinden gizli yaşıyor. Kendi bu konuyu aşsa bile anne ve babasının değer yargılarına saygı göstermek zorunda hissediyor kendini. Sonuçta ben bu romanı kurguladım ama gerçek hayatın bir simülasyonunu yaptım. İddialı bölümler var. Kitabın son düzeltmelerini yaparken; “Dozu fazla mı kaçırdım?” diye düşündüm. Benim hayatım değil ama okuyanlar ‘Vay beee kadına bak, neler yazmış’ der mi diye düşündüm. Sonra da “Kimsenin bilmediği bir şey yok, bunlar sıradan hayatların içinde bile var; hem de fazlasıyla var” dedim ve oto sansürümü durdurdum.
Sence, tutku mutlu son için yeterli mi?
En güzel aşk tabii ki tutkulu olandır ama tutku bir parça da hastalıklı bir durumu çağrıştırıyor bende… Ve sürekliliği olabilirmiş gibi gelmiyor. Yaşayan ve gelişmesi gereken her organizma gibi en tutkulu aşkların bile dönüşmesi gerekiyor. Bunu sevgiye dönüştürebilenler mutlu ve uzun ömürlü birlikteliklere sahip oluyor.

Peki aşkta mutlu son var mıdır? Bu romanda sonuçta gökten üç elma düşmüyor… Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Mutlu aşk elbette vardır ama ölümsüz aşk yoktur bence. Elma burada aslında bir metafor… Ve en bilinen metaforlardan olduğu için romanın isminde kullandım. Adem ile Havva’nın yasak elması, Isaac Newton’a yerçekimini bulduran elma. Günümüzde Apple’ın ısırılmış elması, ilkokulda çalışınca kızaran elma ya da masallarda gökten düşen üç elma gibi… Birçok örnek var. Aslında hepsi de yeni bir başlangıcı, gelişimi, yenilenmeyi anlatıyor. Ben içlerinden üç elmayı seçtim, çünkü hayata uyarlarken en bilindik ve arzulananın elmanın bu olduğunu düşündüm. Masallar en mutlu noktada biter ve elmalar düşer. Acaba Sindrella Masalı devam etse sonuna kadar prensle mutlu olurlar mıydı yoksa kristal ayakkabıyı prens çoktan kafasına yemiş miydi? Bu anlamda aşk kavramına çok yükleniyoruz. Tabii ki mutlu aşk vardır ama hep aynı mutlulukla devam etmiyor ve bu nedenle de gökten üç elma düşmüyor. Bir aşk biter yenisi gelir. Ümidimizi kaybetmeden devam etmek lazım… Arya da bunu yapıyor. Düşüyor, darbeyi yiyor ama kalkıp yoluna devam ediyor.
Kitabında dediğin gibi, ‘Aşk zehirlediyse panzehir yeni bir aşk mıdır?…’
Kesinlikle… Aşk çok kuvvetli bir zehir. Karşılığını bulmadı mı yıkıcı hatta öldürücü olabiliyor. Bunu iyileştirmenin tek yolu yani panzehiri yeni bir aşk. Eskinin yerine yeni bir şey koyamadığınız sürece onun anıları sizi esir etmeye dolaysıyla zehirlemeye devam eder. Bu nedenle unutmanın yolu yeniden geçer. Hep ileriye bakacağız ve umudumuzu kaybetmeyeceğiz.
Roman kahramanın Arya gibi görünse de Duru da çok baskın bir karakter; nedir bu iki kadını birleştiren?
Baktığımızda demografik özellikleri birbirine çok yakın iki kadın; ortak noktaları duygusal yalnızlıkları… Yaşadıkları karşılıksız aşklar, aldatılmışlıklar var. Bir şekilde yolları kesişiyor ve dost oluyorlar. Birbirlerine karşı duyguları zaman zaman farklı şekilde yoğunlaşsa da, birbirlerine ilaç olmaya, yol arkadaşı olmaya devam ediyorlar. Yıkmayan darbe güçlendirir misali aralarında çok güçlü bir bağ oluşuyor.
Romandaki karakterler gerçek mi?
Bu roman tamamen bir kurgu… Hayal gücümle yazdım. Tabii ki, etrafımda gözlemlediğim ya da yaşadığım bazı olaylardan da etkilendim.
Kitabında “Kadını ıssızlaştıran erkekler” diye bir bölüm var. “Issızlaştırılan kadınlar” yeni bir kavram mı?
Evet benim türettiğim bir kavram… Erkek var kadına kendini kraliçe gibi hissettirir, erkek var kadının tüm enerjisini emerek onu ıssızlaştırır, sevgi dilencisi yapar. Bakıyorsun mükemmel fizik, kariyer, kültür ama ruhu olmayan bir erkek, bencilleşmiş, taşlaşmış, ben olmayı biz olmanın önüne koymuş. Dinlen dinlen kaç…

Kitabında kız arkadaşların sırdaş ve birbirinin terapisti olduğunu söylüyorsun. Sence bu tespitin toplumsal bir çözümleme mi?
Ben kız arkadaşların sırdaşlığına ve terapi edici özelliğine inanıyorum. Tabii ki bu söylediklerim bilimsel tespitler değil. Erkekler sorunlarını bizler kadar paylaşmıyor, ondan çok arıza çıkarıyorlar. Kadın sırdaşlarıyla konuşarak kendini rehabilite ediyor. Ben kendimden biliyorum, en ufak sorunda kızlar meclisi toplanır ve sorun masaya yatırılır. İnsan anlattıkça rahatlar. Daha güzel terapi olur mu? Senle ben de böyle değil miyiz?
3 Türkiye’de bir kadın olarak cinsiyetten kaynaklı bir ayrımcılık yaşamamak, seni kadın sorunlarını görmezden gelmeye değil aksine anlamaya ve dikkat çekmeye mi yöneltti? ‘Sırkadırlar.com’u bu nedenle mi kurdunuz?
Adı üstünde… kimlikler gerçek, isimleri sır kadınlar. Beş yıl önce sırkadınlar.com’u kurdum. Sırdaş olsunlar ve dertlerini paylaşsınlar istedim. Kız arkadaşların sırdaşlığından yola çıkarak kurdum. Bir terapi grubu gibi düşünün. Değişik kadın yazarların gerçek isimlerini sadece ben biliyorum. Tüm açıklığıyla istedikleri sorunları yazıyorlar. Kişisel gelişim ve arzu nesneleri dediğim keyifli tavsiyelerinde olduğu bir site. Siteyi kurduğumda ben de takma isimle çevremde gördüklerimi, etkilendiklerimi yazmaya başladım. İşte buradaki yazılarım “Gökten üç elma düşmüyor”un temelini oluşturdu.
Bir de masal kitabı yazdığını biliyorum. Neden masal?
Bildiğimiz masallar bir çocuğa anlatılamayacak kadar şiddet ve korku içeriyor. Örneğin; kurt kırmızı başlıklı kızın anneannesini yer, sonra kurdun karnı yarılır, anneanne içinden çıkarılır. Travmatik… Ben oğluma okurken çok zorlandım ve baş kahramanı olduğu masallar anlatmaya başladım. Şimdi “Atlas’ın Masalları” olarak bunları yazıya döküyorum.

Bir kez daha seni kutluyor, söyleşi için teşekkür ediyorum.


Bir Cevap Yazın