Portekiz’in başkenti Lizbon. Erkekler en çok futbol takımlarını bilir; Sporting Lizbon ve Benfica. Son yıllarda dünyanın en iyi futbolcularından biri olan Ronaldo Portekizlidir. Yine Türkiye’de eskiden Beşiktaş’ta, şimdi Başakşehir’de oynayan Ricardo Quaresma, Manuel Fernandes, Simao Sabrosa ve Hugo Almeida da Portekizliydi.… Unutulmaz futbolcular Luis Figo ve Rui Costa da Portekizlidir. Demek ki neymiş Brezilyalıların da Portekiz’den gittiğini varsayarsak, futbol ile çok içli dışlılar… Boğa güreşleri ve futbolu iktidardaki hükümdarlar oldukça destekliyor. Çünkü halk oraya çok yoğunlaştığında birçok olumsuzluğu görmüyor.
Avrupa’nın en batı noktası Lizbon’a 40 kilometre mesafedeki Cabo de Roca. İlk deniz fenerinin kullanıldığı bu noktadan dümdüz bir çizgi ile New York’a 5 bin 500 km… Evet karayolu olsa ortalama 3 günde gidilebilecek bir mesafe. Cabo de Roca, Avrupalı zenginlerin yazlık yeri haline gelmiş. Hava mayıs ayında gündüz ortalama 30 derece civarı. Yani, Türkiye’de Muğla, Antalya çizgisinde. Plajlar full dolu. Ayrıca, Portekiz içinde refah düzeyi en yüksek şehir Lizbon.
Lizbon’a gidenlerin mutlaka görmesi gereken yerlerinden biri 1154 yılında kurulan tarihi Sintra şehri. Lizbon’a 30 kilometre mesafedeki Unesco dünya kültür mirasları arasında bulunan Sintra aynı zamanda bir dönem av köşkleriyle ünlü bir yermiş.
Lizbon’da şehir nüfusu 1 milyona yakın, metropol nüfus ise 3 milyon diyebiliriz. Ama yatay büyüme olduğu için yüksek yapılar yerine geniş alanda bolca siteler ile az katlı veya villa tarzı evlerin bol olduğu bir yer. Uçak iniş yaparken ilk gördüğünüz an şehrin her yerindeki yeşiller insanı özendiriyor. Yollar oldukça geniş ve rahat. Bu sebeple trafik çok aşırı yoğun değil.
Ekonomi, turizm ve sanayi üzerine kurulmuş bir şehir Lizbon. En önemli gelir kaynaklarından biri ise mantar, yani “şişe mantarları”. Dünyadaki kaliteli alkollü içecek üreticileri Portekiz’de bulunan bir ağaçtan elde ettikleri mantarları kullanıyormuş. Yani sentetik mantar değil, gerçek ağaçtan üretilen mantar.
Portekiz’in tarihine girmeyeceğim. Sadece yakın geçmişin en büyük faşist diktatörlerinden Antonio de Oliveira Salazar’ın ülkeye verdiği zararlar anlatmakla bitmez. 1932 yılından 1974 yılına kadar bu yönetim şekli ile yönetmiş ve ülkeye kan kusturmuş. Salazar, 1970’te ölmüş ama yönetim 4 yıl daha sürmüş.
Rio Tejo yani Tagus Nehri, şehrin can damarı. Deniz’e, Lizbon’a yakın bir noktada birleşiyor. Üzerindeki 25 Nisan Köprüsü bizim boğaz köprülerinin bir benzeri. Sadece köprünün altına ekstra tren yolu yapılmış. Yani 2 katlı köprü. Fakat demirden yapılan tren yolu tren geçtikçe aşırı ses çıkarıyor. 25 Nisan Portekizliler için önemli bir gün. 25 Nisan 1974 günü şiddet kullanılmadan askeri darbe yapılmış. Yani Portekiz’in, otoriter diktatörlükten demokrasiye geçişini sağlayacak olan iki yıllık bir değişim döneminin başlangıç günü olmuş.
Lizbon’un geleceğini 1998 yılında yapılan Expo’98 çok değiştirmiş. Şehrin nehir kenarındaki büyük bir alanına yapılan yatırımlar hem çevresini değiştirmiş hem de ekonomisine çok büyük katkılar sağlamış. İzmir’in kaybettiği Expo ile neler kaybettiğini çok daha iyi anlamış olduk. Birçok otel, kapalı salonlar, çok büyük bir metro istasyonu, meydanlar, heykeller vb. harika görüntüler oluşturuyor.
Bir diğer köprü ise Vasco da Gama Köprüsü. Yine Tejo Nehri üzerindeki bu köprü viyadükler ve destek yolları ile birlikte 17,2 km uzunluğuyla Avrupa’nın en uzun köprülerinden biri… Bir benzerini de Rio’da görmüştüm.
Lizbon’a da Roma, İstanbul gibi yedi tepeli şehir deniyor. Uçaktan baktığınızda tepecikler üzerine konmuş şehir büyüleyici bir güzellik oluşturuyor. Güzel bir şey yapmışlar şehir ve sanayi iki farklı yakada. Köprülerden geçtiğinizde sanayi bölgesine geçmiş oluyorsunuz. Böylece hem görüntü kirliliği hem hava kirliği bir nebze önlenmiş oluyor.
Bir zamanlar Brezilya’dan Macau’ya kadar uzanan bir denizcilik imparatorluğunu kontrol eden kıtanın en zengin şehirlerinden biriymiş. 1 Kasım 1755 günü meydana gelen 9.0 şiddetindeki depremde şehir yerle bir olmuş. Pek çok tarihi bina yıkılmış. Bugün tarihi yerlerin büyük kısmı 18. ve 19. yüzyıllardan kalmış.
Lizbon Avrupa’nın en ucuz başkentlerinden biri, yine de bize göre pahalı. Bilinen iyi markaların hepsi bulunuyor. Bunun yanında küçük yerel mağazalarda uygun alışveriş yapabilirsiniz. Kondisyonunuz müsaitse Lizbon’u yaya olarak dolaşabilirsiniz. Ama Uzak Doğu’daki tuk-tuklarla da gezmek ayrı bir keyif. Bunun yanında İstiklal’deki tramvayların aynısı orada da birçok sokaktan geçiyor.
Belém Kulesi, Belém bölgesinde bulunan tarihi bir kuledir. Gotik stilinin devamı olan Manuelin tarzında olan kule, 16. yüzyılın başlarında Portekizli kâşif Vasco de Gama anısına yapılmıştır. Günümüze kadar zarif mimarisini koruyabilen kule, şehrin sembollerinden biri olmuştur.
Yeme içme konusunda hiç sıkıntı çekmezsiniz. Hem et hem de balık restoranları müthiş lezzetli. Belem semtine gittiğinizde Belem tatlısı yemeden gelmeyin.
Cengiz Ülkü
cengiz@ulku.gen.tr