Arakçılar – Manbiki kazoku’yla yıllardır gediklisi olduğu Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye’yle dönen Hirokazu Koreeda’nın Fransa’da çektiği ilk filmi Saklı Gerçekler – La vérité, yönetmenin ilgi duyduğu temaların yerli yerinde olduğu, ancak anlatı alışkanlıklarının sekteye uğradığı bir film olarak dikkat çekiyor. Birçok filminde (Arakçılar – Manbiki kazoku, Benim Babam, Benim Oğlum – Soshite chichi ni naru, Kimse Farketmiyor – Dare mo shiranai vb.) aile kavramını sorgulayan, bu konuyu çağın önemli krizlerinden biri olarak ele alan Koreeda, Saklı Gerçekler’de de yıllanmış travmalarla, krizlerle boğuşan bir ailenin, çoklukla da bir anne ve kızının hikâyesine odaklanıyor. Lakin yönetmen tanıdık sularda ilerlediği hikâye dâhilinde ne yazık ki ondan alışkın olduğumuz derinlikte bir sorgulamaya erişemiyor.
Filmde daha en baştan itibaren herhangi bir Koreeda filmi izlemediğimiz gerçeğini yüzümüze vuran bir görüntü yönetimi ve kurgu anlayışı mevcut. Daha sık yakın planlar gördüğümüz, kurgunun kameraya daha az fırsat tanıdığı bir tarzı benimsiyor, ya da benimsemek zorunda kalıyor Koreeda. Alıştığı çalışma tarzından farklı bir arayışa girmesi, ilk kez ülkesinin dışında çalıştığı bu film dahilinde son derece normal olmakla birlikte, terk etmek zorunda kaldığı irili ufaklı yönetmenlik alışkanlıklarının yerine yenilerini koyamadığını da söylemek mümkün bu film özelinde (ki Koreeda hiçbir zaman stilini filmin önüne koyan bir yönetmen olmamakla birlikte filmin tonunu, ritmini belirlemekte bu denli zorlandığı bir filmini de saymak güç açıkçası). Bununla beraber, filmin senaryosunda da kimi gedikler ve Koreeda’nın işini zorlaştıran unsurlar mevcut.
Saklı Gerçekler: Bir Travmayla Yüzleşme Alanı Olarak Sinema
Hikâyeye göre filmin iki ana karakterinden biri olan, Catherine Deneuve’ün canlandırdığı Fabienne dünya sinemasının önemli oyuncularından biri. Fabienne, hem Deneuve’ün hem de sinema dünyasının birçok divasının izlerini taşıyor üzerinde. Öylesine bencil biri ki, yazdığı otobiyografik kitapta kızı Lumir’den (Juliette Binoche) hiç bahsetmiyor örneğin! Kitabında sadece kendisinden, duygularından ve anılarının kendi hafızasında kaldığı kadarından dem vuruyor. Kendisinden başka kimsenin ön plana çıkmasından hoşlanmayan, kaprisleriyle etrafındakileri zaman zaman canından bezdiren, filmin nasıl olduğundan ziyade, o filmdeki kendi varlığını önemseyen Fabienne, bu nedenle yeni rol alacağı bilimkurgu filmiyle ilgili de hiçbir heyecan taşımıyor. Çünkü filmin başrolü kendisi değil. Söz konusu yapımın mesaisi başlamak üzereyken yeni çıkan kitabı için onu tebrik etmek üzere Fabienne’in kızı Lumir ve ailesi ziyarete gelince, filmin çekim süreci Fabienne için de Lumir için de bir yüzleşmeye vesilesine dönüşüyor. Lakin bu yüzleşme, “sadece filmlerde olur” dedirten nehir diyaloglarla dahi olsa tam anlamıyla gerçekleşmiyor. Aralarındaki atışmalar, bir yemek sahnesinde patlak veren tartışmalar yer yer anne Fabienne ve evlat Lumir arasındaki yıllanmış gerilimin fitilini ateşliyorsa da Koreeda temel meselenin Fabienne’in asla bir aile sahibi olmayı arzu etmemiş olabileceği gibi basit bir gerçeği bile gündeme getirmiyor. Bunun yerine film, hiç tanımadığımız, geçmişte kalan bir karakter üzerinden bambaşka bir gerilim inşa ediyor anne-kız arasında. Bu karakter Fabienne’in en iyi arkadaşı, Lumir’in de adeta manevi annesi olan Sarah. Kendisi, vaktiyle büyük bir depresyon sonucu yaşamına son vermiş. Lumir’se, aynı Fabienne gibi bir aktris olan Sarah’ın intiharında annesinin bir etkisi olduğuna inandırmış hep kendisini.
Sarah karakteri, anne ve kızın arasındaki bütün travmanın gelip bağlandığı nokta olarak sunuluyor. Film bu durumu o kadar önemsiyor ki, Fabienne’in rol aldığı filmin içindeki filmde de Sarah’la ilgili travma adeta bir nevi simülasyon olarak yeniden canlandırılıyor. Hiç yaşlanmayan bir annenin, kızının farklı yaş dilimlerindeki hâliyle olan ilişkisini konu eden bir bilimkurgu filmi söz konusu olan. Filmin başrolünde yer alan ve hiç yaşlanmayan anneyi canlandıran aktris ise yükselen bir yıldız adayı olan Manon. Manon, Fabienne’le Lumir’in söylediğine göre her yönüyle merhume Sarah’a benziyor. Birçok sahnesinin çekimine şahitlik ettiğimiz “filmin içindeki filmi” Koreeda, Fabienne ve Lumir arasındaki bir nevi psikodrama seansı gibi kullanıyor. Plan şu: Kah Fabienne’in dâhil olduğu, kah uzaktan izlediği çekimler boyunca her sahnede anne-kız kendi geçmişlerinden bir anıyı yeniden deneyimlemek suretiyle travmalarıyla yüzleşecekler. Böylelikle film Sarah’ın hayaletini, filmin başrolü Manon’da yeniden var ederken, iki ana karakterini de filmin çekimleri sırasında daha derin bir yüzleşmeye sevk edecek gibi oluyor. Lakin bu gerçekleşmiyor, zira çekimlerini izlediğimiz filmin buna tam anlamıyla müsait olduğu şüpheli. Aksi gibi Saklı Gerçekler, neredeyse final anına dek bu film içindeki film fikrinin aslında ne kadar iyi bir fikir olduğunun altını sürekli çizip, aslında anne-kızı aralarındaki hayaletle yüzleştirmek için tasarlandığını yineleyip duruyor. Manon’un Sarah’a ne kadar benzediği ana karakterler tarafından birkaç kez dillendiriliyor, yetmiyor, Manon’a Sarah’ın bir elbisesi hediye ediliyor (ve tabii ki tam oturuyor bedenine). Film, sinemayı aşılamayan travmaların yüzleşme alanı olarak belirlemekle yetiniyor. Ne yüzleşme gerçekleşiyor ne de travma tam anlamıyla, ikna edici biçimde aşılabiliyor. Biz gerçek bir yüzleşme, giderek derinleşen bir hesaplaşma beklerken film bu noktaya bir türlü varamıyor.
Filmde tüm bunların yerini asla doldurmasa da Koreeda mizahı her daim yerinde kullanıyor ki Saklı Gerçekler’in can kurtaranı biraz da bu mizah unsurları oluyor. Bilhassa Fabienne rolünde kendi kariyeriyle ve Fransız sinemasının yarattığı efsanevi yıldızlarla tatlı tatlı dalgasını geçen Catherine Deneuve’ün performansı görmelere seza. Juliette Binoche’un karakteri gerçekçi bir noktadan kavrayan oyunculuğuysa, Deneuve’ün oyunculuğuyla yarattığı tezat sayesinde ikilinin yer aldığı sahneleri her şeye rağmen seyirlik kılmayı başarıyor.