Tür filmlerinin evrimi sürüyor. Rian Johnson imzalı Bıçaklar Çekildi – Knives Out da bu evrimin en eğlenceli parçalarından biri. Ödül sezonunun öne çıkan filmlerinden biri olmayı da başaran filmin bu ilgi alakayı, Johnson’ın ismine ve Daniel Craig, Jamei Lee Curtis, Chris Evans gibi yıldızlardan oluşan kalabalık oyuncu kadrosuna borçlu olmadığı kesin. Zira Knives Out filmini benzeri ensembele cast‘lı Agatha Christie polisiyelerinden ayıran çok önemli meziyetleri mevcut. Johnson, Knives Out’ta Christie tarzı polisiyenin azami gereklerini yerine getirmekte ve gerilim sinemasının bu alt türüne duyduğu saygıyı ifade etmekte zorlanmıyor. Ancak bunun tek başına kendisine yetmeyeceğinin de farkında. Polisiyenin temel unsurlarıyla sihirbaz gibi oynayan, bir yandan türün dozunda bir parodisini üreten Johnson, türü, ulaşacağı noktaya varacağı bir araç olarak kullanıyor ve klasik bir “kim yaptı” öyküsünden, geri adım atmayan bir politik hiciv ortaya çıkarmayı başarıyor. Knives Out, tür sinemasının geçirdiği evrimin de, Amerika Birleşik Devletleri’nin içinden geçtiği politik darboğazın da farkında. Hâliyle 2019 yılında çekilmiş bir filmin tüm bunlardan azade kalamayacağı ön kabulüyle çekilmiş, izleyicinin zekasına güvenen bir yapım karşımızdaki.
Knives Out: Politik Hiciv Soslu Polisiye
Film, gerilim romanlarıyla ünlü bir yazar olan Harlan Thrombey’nin, doğum günü partisinden sonra yaşadığı malikanedeki odasında elinde bıçakla, boğazı kesilmiş biçimde bulunmasıyla başlıyor. Polis, Harlan’ın intihar ettiğini düşünse de, kendi boğazını keserek bunu yapmış olması, hayatına son vermek için garip bir yol olarak görülüyor. Her ne kadar tahkikat tamamlanmış, Harlan’ın ölümü intihar olarak kayıtlara geçmiş olsa da iki polis detektifi, intihardaki şüpheli vaziyet üzerine aile üyelerinin tek tek ifadesini almaya karar veriyor. Geniş bir ailenin lideri konumundaki Harlan’ın başarılı bir iş insanı olan kızı, kitaplarını yayınlayan yayınevinin başındaki oğlu, torunu, damadı, gelini ve hayırsız torunu gibi aileden karakterleri olağan şüpheliler olarak ifade verirken bir yandan hepsini tanıyor, olay gecesi neler yaşandığını görüyor; bir yandan da uzaktan mutlu görünen ailenin cerahat dolu ilişki ağına aşina oluyor, öyküye ısınıyoruz. Soruşturmanın yeniden açılma sebebinin, karizmatik özel detektif Benoit Blanc olduğunu öğreniyor, onunla müşerref oluyoruz. Blanc, Christie’nin meşhur karakteri Hercule Poirot’nun modern bir versiyonu hiç şüphesiz. Tüm bunlar olurken Blanc’ın bir Poirot izdüşümü olarak bu “canavarlar ailesi”nin içindeki korkunç sırrı ortaya çıkaracağına dair bir beklenti oluşuyor ki tam bu noktada Rian Johnson’ın kurduğu tuzağa düşüyoruz. Johnson, en baştan itibaren öyküyü bir “katil kim” öyküsü gibi algılamamızı istiyor ve bu noktada bizi bu gibi hikâyelerin bir numaralı katil adayı olan “uşakla”, Harlan’ın hizmetçisi Marta’yla tanıştırıyor. Marta, koca ailede yaşlı kurt Harlan’ın tek yakın hissettiği kişi. Çünkü çocuklarının da torunlarının da kendisini sömürdüğüne inanıyor. Güney Amerikalı göçmen bir ailenin kızı olan Marta, hikâyenin varacağı nokta açısından çok kilit bir rol oynuyor ve Johnson bu noktadan sonra türün kalıplarıyla dilediği gibi oynadığı bambaşka bir “katil kim” hikâyesi izletiyor bize.
Burada bir adım geri çekilip, Johnson’ın filmografisine şöyle bir bakmak ve yönetmenin kariyerinin başından itibaren tür sinemasının kalıplarını genişleten bir yaklaşım sergilediğini belirtmek gerekiyor. Johnson, 2005 yapımı ilk uzun metrajlı filmi Asi Gençlik – Brick’te, kara filmlerin 90’lardaki evrimleşmiş hâli neo noir’ın dahi yenilenmeye ihtiyaç duyduğu istenciyle hareket etmiş, janranın kalıplaşmış karakterlerine ve olay örgüsüne taze bir soluk getirmişti. 80’lerin gençlik filmlerini kara filmlerin dünyasında var ediyor, böylelikle hem karakterler hem de türün kendisini değişime uğratıyordu. Johnson, tür, türün anlatı unsurları (ışık ve mekân kullanımı, çizgiromanlara öykünen kamera açıları vb.) ve karakterler başta olmak üzere dokunduğu her şeyi değiştiriyor, modernize ediyordu Brick özelinde… Tetikçiler – Looper’da aksiyon sineması ve fantastik bilimkurguya etik açıdan taze bir kan getirmeyi denemiş, dâhil olduğu Star Wars evreninde, bu evrenin belki de en farklı filmlerinden birine imza atmıştı. Knives Out’ta da benzer bir yola sapıyor yönetmen. Başta karakterler, sonra da olay örgüsü, klasik polisiyenin modern zamanlara adapte edilmiş hâline evrilmiyor sadece, bu basmakalıp “modernleştirme” eyleminin ötesinde bir şey yapıyor Johnson. Daniel Craig’in canlandırdığı Benoit Blanc üzerinden Hercule Poirot prototipini apolotik bir evrenin dışına çıkmaya zorluyor, yer yer Poirot’yla dalgasını geçiyor, yer yer onun da beceriksiz biri olabileceğine vurgu yaparak kahraman mitini, günümüzdeki yerle bir olmuş hâline adapte ediyor. Girift olay örgüsündeki en ciddi anlara bile komedi unsurları yerleştirmek suretiyle izleyicisini kimin ne yaptığına değil, bütün bu hikâyenin ne anlama geldiğine dair bir fikir jimnastiğine yönlendiriyor. Marta karakterinin varlığı, aile üyelerinin en ılımlılarının dahi ona davranışları üzerinden de Trump Amerika’sında yükselen milliyetçilik ve ırkçılığı hedefine alıyor. Bu noktada film, kalabalık oyuncu kadrosu ve “karakter galerisi” kıvamındaki görünümünü de bir anlamda boşa çıkartıyor. Benoit Blanc, Marta ve Harlan haricindeki karakterler, gerçekten de toplu bir performans, bir nevi takım oyunu sergiliyor, adeta koro işlevi görüyorlar. Tek başlarına bir tiplemenin ötesine geçemiyorlar ki bu ilk bakışta bir senaryo zaafiyeti olarak görülüyor. Lakin bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünmek de pekâlâ mümkün. Zira unutulmaması gereken şu ki, tüm bu karakterler bir aileyi ve bir düşünce yapısını temsil ediyor. Blok hâlinde hareket ediyorlar. Mesele yaşlı Harlan’ın servetini paylaşmaya gelince, hangi Güney Amerika ülkesinden geldiğini bile bilmedikleri (birisi Brezilyalı, birisi Uruguaylı diyor film boyunca), göçmen Marta’yı ezip geçmekten geri durmuyor, içlerindeki ırkçı, milliyetçi, kapitalist canavarı ortaya çıkartıyorlar. Bu noktada bir aile olarak tek bir karakter gibi hareket ediyorlar. Hâliyle bu ailenin her bir üyesi aslında tek bir karakterin farklı bir donesini temsil ediyor (gibi). Johnson’ın senaryosunda Harlan, Marta, Benoit Blanc ve Thrombey Ailesi yer alıyor. Thrombey Ailesi, imtiyazlı beyaz çoğunluğun damıtılmış hâli gibi ve yinelemek gerekirse evet, tek bir karakter. Bu bağlamda Harlan da ilginç bir yere oturuyor.
Eski usül cinayet romanları ve bu romanlardaki sürpriz sonlarıyla ünlü Harlan’ın, klasik hikâye anlatısını ve türün eski örneklerini temsil ettiğini iddia edebiliriz. Bu bağlamda Johnson, bu temsilin kendisini öldürdüğü bir hikâye sunarken, artık evrimleşen yeni bir türe göz kırpılması gerektiğinin de altını çizmiş oluyor. Bu, bir nevi Johnson’ın türün geleceğini nerede gördüğüyle ilgili. Amerika’nın geleceğine dair ne söylediğiyse daha önemli. Zira Harlan’a güç ve para getiren cinayet romanlarıyla beslediği ailesi, bir nevi canavarlar ailesi olarak tasvir ediliyor filmde. Harlan, boğazını keserek yarattığı canavara sırtını dönüyor, onlarla bağını koparıyor, kendi varlığına son veriyor ve âdeta nedamet getirmek suretiyle (zaten ondan aldığını düşündüğü) her şeyi Marta’ya bırakıyor, böylelikle bir yüzleşme yaşıyor.
Johnson’un Knives Out filmi, günümüzde geçmişin kurallarına göre çekilmiş müthiş bir polisiye, olay örgüsüyle, aldığı virajlarla izleyiciyi koltuğunda bir türlü rahat oturtmayan cinsten bir yapboz olmaktan ziyade (ki bu meziyetlere de sahipken), türü yenilemeye ve günün politik atmosferine kafa yoran bir film olmayı tercih ediyor. İyi ki de öyle yapıyor.